İsmail Cingöz’ün “Arap Baharı” ile ilgili yeni kitabı
01.10.18
BULTÜRK Ankara Temsilcisi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası ilişkiler Uzmanı İsmail Cingöz’ün yeni çıkan ‘Türkiye Suriye İlişkilerinin Dönüşümü: Arap Baharı ve Hatay Faktörü’
isimli kitabı, Ortadoğu Bölgesinde yaşanan “Arap Baharı” adı verilen
olayların temelinde, Türkiye-Suriye ilişkileri ve Hatay faktörüne ışık
tutuyor. Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı
İsmail Cingöz’ün, geniş bir alan araştırması ve arşiv belgeleri ile
ortaya koyduğu çalışması, ‘Türkiye Suriye İlişkilerinin Dönüşümü: Arap
Baharı ve Hatay Faktörü’ isimli kitabı geçtiğimiz hafta çıktı.
Cingöz’ün
yaklaşık 1,5 yıl süren ve Ortadoğu Bölgesinde “Arap Baharı” adı verilen
olaylar yaşanırken gerçekleştirdiği çalışmayla ortaya koyduğu,
Türkiye-Suriye ilişkilerinde Hatay faktörünü ele aldığı kitabı, tarihsel
süreçleriyle Türkiye - Suriye ilişkileri, Hatay faktörü ve Arap Baharı
konularına değiniyor.
Ticari
Hayat Gazetesi olarak, aynı zamanda konuyla ilgi yazılarına gazetemizde
de devam eden, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı Yazar
İsmail Cingöz ile bir araya gelerek, yeni çıkan kitabı hakkında
konuştuk. Çalışmanın belge ve beyanlara özen gösterilerek, alan
araştırmaları ile ortaya konulduğundan söz eden Yazar Cingöz, okuyucunun
kitapta Türkiye-Suriye ilişkilerinde yaşanan dönüşümü göreceğini
vurguladı.
Cingöz,
kitapta ayrıca, Hatay’ın Türkiye’ye katılışından sonra Suriye ile
ilişkilerde yaşanan sorunların ele alındığını ve anlatıldığını ifade
ederek, ‘1957 Krizi’, ‘Su Sorunu’, ‘PKK Sorunu’ ve ‘Suriye Türklerinin
Sorunları’ olarak ortaya çıkan bu sorunların özellikle incelenmesi
gerektiğini belirtti.
İşte!
İsmail Cingöz’ün yeni çıkan kitabı ‘Türkiye Suriye İlişkilerinin
Dönüşümü: Arap Baharı ve Hatay Faktörü’ ile ilgili merak edilenler; Öncelikle, okuyucu bu kitapta ne bulacak? Hangi konularla karşılaşılacak?
Okuyucu
bu kitapta, temelde bu coğrafyada Türk tarihinin başlangıcını bulacak.
Suriye’de 11. Yüzyıldan itibaren kesintisiz bir Türk varlığı var.
Ortadoğu coğrafyasında Türk varlığının 11. Yüzyıldan daha önce
başladığını ama kesintisiz olarak 11. Yüzyıldan itibaren Türklerin bu
coğrafyada olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla okuyucu kitapta, son bin
yılın oradaki Türk varlığından günümüze kadar, Suriye coğrafyasını
inceleme imkânı bulacak. Daha sonra Hatay üzerinden Hatay’ın Türkiye’ye
katılış sürecine bakacağız. Ve Hatay’ın Türkiye’ye katılma sürecini ele
alarak, Türkiye - Suriye ilişkilerinin dönüşümlerini göreceğiz.
Bunun
dışında, 2000’lere kadar biz Suriye ile düşman kardeşler olarak
yaşamışız. 1957’de savaşın eşiğine gelmişiz. Kitabın içerisinde ‘1957
Krizi’ de anlatılıyor. Ama 2000’den sonra oğul Esad ile ilişkileri
toparlamaya başlamışız. Ancak, ‘Arap Baharı’yla her şey bozuluyor.
Dolayısıyla okuyucu tüm bu bilgi ve gelişmeleri kronolojik olarak
kitapta bulabilecek. Bunun yanın da Hatay’ın ne kadar önemli olduğu
görülecek.
“Hatay’ın önemli olduğu görülecek” dediniz. Hatay’ın önemi nedir?
Hatay’ın
ekonomik yönden önemine bakacak olursak, coğrafya olarak Türkiye’nin
Ortadoğu’ya açılması için kilit nokta. Ortadoğu’ya kara yoluyla açılan
ticari yollar buradan geçiyor. Kara yolunu kapattığımız zaman, deniz
yoluyla olan ulaşım ticari olarak da sekteye uğruyor. Ve pahalı hale
geliyor. Hatay’ın demografik ve etnik yapısı da çok önemli. Arap, Kürt,
Ermeni, Ezidiler ve bir de mezhepler var. Bu nedenle de kardeşçe yaşayan
bir kozmopolit nüfus var. Ve bu nüfus, Hatay 1939’da Türkiye’ye
katılırken, nüfusun hepsi Türkiye’ye katılım kararı almış. Oy birliği
ile Türkiye’ye katılım kararı var. Herkesin kardeşçe yaşadığı bir yer.
Bu açıdan önemli. Hristiyanlar için de kilit nokta. Hristiyanlara ilk
‘Hristiyan’ ismi burada verilmiş. Üç dinin bir arada bulunmasından
dolayı önemli. Üç dinin barış
içerisinde yaşadığı bir şehir. Dolayısıyla Hatay’ın bu özellikleri
nedeniyle Hatay’da karışıklık çıkarmak isteyenler, mezhepsel karışıklık
yaratmaya çalışıyor. Fakat halk, karışıklıklara meydan vermiyor.
Hatay,
büyük Kürdistan, büyük İsrail’in kurulması, İsrail’in güvenliği gibi
amaçlarla da karışıklık yaşanmasının istenildiği bir bölge. Hatay,
Kürdistan hedefiyle Akdeniz’e açılma kapısı olarak görülüyor. Bu
amaçlarla da herkes için önemli bir bölge haline geliyor.
Hatay, Suriye’nin de bırakmak istemediği bir yer
Önemli
bir nokta daha var. Hatay’a 1918 Mondros Mütarekesi ile Türkiye oradan
çekildiğinde, biz orayı Fransızlara teslim ettiğimizde, bölgeyi fiilen
1946’ya kadar Fransa, ‘manda yönetim’ şeklinde yönetti. Ve Fransa oradan
çekilirken, Suriye’ye bağımsızlığını verirken, Suriye yönetimiyle bir
anlaşma imzaladı. Bu anlaşmada yer alan; “Mandater Fransa Devleti’nin bu
dönemde imzaladığı bütün anlaşmaları Suriye Hükümeti kabul eder”
cümlesi önemli. Bunu Suriye imzalıyor. Biz Hatay’ın Türkiye’ye devrini
Fransa ile imzaladık. Dolayısıyla Suriye, Hatay’ın Türkiye’ye devrini o
maddeyi imzalayarak mecburen kabul etmiş oluyor.
Uluslararası
hukuk açısından hiçbir boşluk yok. Ama sonra Suriye yönetimi “Siz bizi
kandırdınız” diyor. Yani, Hatay Suriye’nin bırakmak istemediği bir yer.
Kitapta
ayrıca, ‘Arap Baharı’ olaylarının Türkiye’ye yansımaları, ‘Hatay’a
Gelen Geçici Koruma Statüsü Altındaki Suriyeliler ve Sorunları’
konularını değerlendirerek “Hatay bölgesini kapsayan haberler…” konusunu
ele alıp “Basında Arap Baharı ve Hatay” başlığına yer veriyorsunuz. Bu
noktada basının olaylara yaklaşımını nasıl değerlendirdiniz?
Çalışmayı
oluştururken yaptığım incelemelerde, basının taraflılığı söz konusuydu.
Hükümet tarafında olan basın farklı, muhalif tarafta olan basın farklı
yazıyordu. Yani bir şeyler cımbızla çekiliyordu. Bu nedenle de halk
biraz yanlış yönlendirilebiliyordu. Haberler ağırlıklı olarak; sınır
geçişleri, Suriye’de halkın dramı, Suriyeli sığınmacılar ve olayların
mezhepsel boyutları olarak işleniyor. Zaman zaman da halkı etnik ve
mezhepsel boyutlarda kışkırtıcı haberlere de rastlanıyor.
Bu
noktada çalışmamı oluştururken hem bölgesel hem ulusal hem de
uluslararası basından her görüşün olaylara bakışını yansıttım.
Çalışmanın bu noktasında da objektif olmaya ve farklı görüşlere yer
vermeye özen gösterdim.
Okuyucu
kitapta “Ortadoğu neresi?” “Kime göre Ortadoğu?” sorularıyla da
karşılaşıyor sanıyorum. Bununla ilgili nasıl bir değerlendirme
yapıyorsunuz?
Şimdi,
Ortadoğu deyip geçiyoruz. Kime göre Ortadoğu? Kimin Ortadoğu’su neresi?
Mesela birinin Ortadoğu’su Fas’tan başlıyor. Hindistan’a kadar gidiyor.
Başka birinin Ortadoğu’su Mısır’dan başlıyor, İran’a kadar gidiyor.
Yani, herkesin Ortadoğu’su farklı. Aslında kimin siyasi hedefi
farklıysa, Ortadoğu’su da farklı. Bu nedenle, “Ortadoğu neresi?”, “Kime
göre Ortadoğu?”, “Kimin Ortadoğu’su?” diyoruz.
Kitapta,
“Suriyeli mülteci sorunu sadece Türkiye’yi değil, Avrupa Birliği
ülkelerini de ilgilendirmektedir” diyorsunuz. Bu cümleyi de geniş bir
perspektiften açıklarsanız, neler söyleyebilirsiniz?
Suriye’nin
Arap yönetimlerinden farklı bir yönetimi var. Ve Arap yönetimi
içerisinde laik yönetimle yönetilen tek devlet. Yönetim şeklinin en
yakın olduğu ülke de Türkiye.
Bölge,
Doğu Akdeniz bölgesine sınır. Doğu Akdeniz bölgesinin de zengin
doğalgaz yatakları olduğu biliniyor. Bunun dışında İsrail güvenliği, hem
Amerika Birleşik Devletleri hem de Avrupa Birliği ülkeleri için önemli.
O nedenle onlar, Suriye’yi asla bırakmıyorlar. Ayrıca, Arap Baharı ile
birlikte terör örgütleri tarafından ‘vekâlet savaşları’ diye bir şey
ortaya çıkarıldı. Emperyalist devletler, birbirleriyle mücadelelerini
doğrudan yapmak yerine, bunu kendi finanse ettikleri örgütlerle
gerçekleştirirdi. Her devlet, kendi örgütünü sahaya sürdü ve
birbirleriyle savaştı.
Suriye,
Ortadoğu’nun ve İsrail’in güvenliğinin kilit noktası olması açısından
ve Doğu Akdeniz bölgesinin yer altı kaynaklarına hâkim olunabilecek bir
coğrafya olması bakımından önem taşıyor. “Hatay’ın
Türkiye’ye Katılışı Sonrasında Suriye ile İlişkilerde Yaşanan Sorunlar”
başlığı altında, ‘1957 Krizi’, ‘Su Sorunu’, ‘PKK Sorunu’ ve ‘Suriye
Türklerinin Sorunları’ konularından söz ediyorsunuz? Kitapta bu
sorunları nasıl ele aldığınıza kısaca değinebilir misiniz?
Su
sorunundan bahsedecek olursak, Türkiye’den Asi Nehri hariç bütün
nehirler Suriye’ye doğru akıyor. Her ne kadar bugün Dicle, Fırat, Asi
nehirleri öne çıkmış olsa da daha fazla su Suriye’ye akıyor. Suriye
diyor ki; “Bu sular uluslararası sulardır. Türkiye bizim suyumuzu
kesmez” diyor. Bununla birlikte GAP Projesi’nin ortaya çıkmasıyla,
Türkiye’nin güçleneceğini düşünen devletler de bu projenin engellenmesi
için Suriye’yi kışkırtma amacı taşıyor. Dolayısıyla su sorununu bu
açılardan genel bir perspektifle ele alıyorum.
Bunun
dışında, Suriye’deki Türklerin sorunu var. Fransa ile Ankara Hükümeti
arasında imzalanan 1921 Ankara Antlaşması ile belirlenen sınırın öbür
tarafında kalan ve Türkmen olarak tanımlanan Türk varlığı, Suriye
Türkleri ya da Suriye Türkmenleri olarak anılır. Suriye’nin hemen hemen
her yerinde Türkmen nüfusu bulunur. Bizim Doğu - Batı bloklarında yer
almış olmamızdan ve ilgilenememiş olmamamızdan dolayı oradaki Türklerin
bize bir kırgınlıkları var. Ve Türkiye’den beklentileri var. Şu son
dönemde de o Türkler, Türkiye’nin Suriye’ye gönderdiği yardımlar
konusunda da bir ayrıcalık beklentisi içinde. Bir de oradaki Türkler,
Bayır-Bucak Türkleri olarak geçiyor. Farklı bir Türk’müş gibi
algılanıyor, ancak öyle değil. Ayrı bir ırk değiller, tamamen
Türklerdir. Yaşadıkları coğrafyadan dolayı isimleri Bayır-Bucak
olmuştur. Dolayısıyla tüm bu sorunları kitapta daha geniş bir şekilde
ele alarak anlatmaya çalıştım.
Seda Tolmaç / Ticari Hayat Gazetesi
|