Elif Şafak - Etoburlar ve otoburlar
09.04.13
Seveni çok bir et lokantasında oturmuş, etrafa kaygılı gözlerle bakıyorum. Onlarca etoburla çevrilmiş sağım solum, önüm arkam. Genç çiftler, kalabalık aileler, kadim dostlar, yeni arkadaş olmuşlar... Herkesin keyfi yerinde görünüyor; tabaklarında çeşitli biçimlerde kesilmiş ve pişirilmiş et yığınları yükseliyor. Benimse nefesim daralıyor. "Bakma öyle kötü kötü insanlara; yamyam değiller" diyor Eyüp. Yamyam değiller ama ait olmadığım bir evrendeler. Ve en tuhafı, ben o evrene geçiş yapmaktayım. Arada bir-iki defa "Belki değişirim" umuduyla başlayan teşebbüslerimi saymazsak, onaltı senedir ilk defa "yarı vejetaryen" kimliğimi terk etmekteyim. Takımına ihanet eden taraftar gibiyim. Yanlış formayı giymişim; üstüme oturmuyor. Otoburluktan etoburluğa transfer oluyorum. Masamın üzerinden dargın dargın bakıyor marul yaprakları, maydanoz demetleri. Bırakın tadını, adını dahi bilmediğim etçiller mönüden bana göz kırpıyor: Nuar! Kontrnuar (herhalde nuarın karşıt görüşlüsü), antrikot (hiçbir fikrim yok), bodigo (İtalyan bir moda markasını andırıyor), penceta (İspanyol bir dans türü), kürek (bildiğim kürekle ilgisi olmasa gerek), kontrfile (kulağa karanlık geliyor, derin devlet çağrıştırıyor), gerdan (bir dansözü yakalayıp kesmişler gibi geliyor). "Seçtin mi?" diye soruyor Eyüp. Başımı sallıyorum umutsuzca. "Ne biçim isimler bunlar?" "Ver beceriksiz, ben söylüyorum senin için." Böylece garsonu çağırıp, anlamadığım bir dilde anlamadığım bir sipariş veriyor. Burada ne arıyorum peki? Sahneyi durduralım. Filmi başa saralım. Bir gün önce: Doktor karşısında terliyorum. Normal bir insanınkinden çok daha alt seviyede çıkmış demir değerlerim. "Ya siz paşa paşa etoburluğa geçeceksiniz, ya biz sizi kırmızı et yemeye başlatacağız" diyorlar nazikçe. Çocukluğumdan beri sevmem halbuki kırmızi eti. Tabağına köfte konunca ağlayan bir velettim. Lisede, üniversitede, sevemedim gitti mübarek. Bünyeme uygun gelmedi. Ne de ruhuma. "Belki şimdi ete başlayınca kişiliğiniz de değişir" diyor güler yüzlü, yardımsever hemşire hanım. Ben de buna inanıyorum ya. Yediklerimizdeki enerji bize geçiyor. Sürekli et yiyen bir insan ile sürekli sebze yiyen birinin fıtratı aynı olmuyor. Savaşa giden bir orduya, maça çıkan bir boksöre salata yedirdiklerini düşünemiyorum. Yapsalar, adamlar savaşmanın, dövüşmenin anlamsızlığına kanaat getirebilirler. Et yemenin etik olmadığına inanan çok yazar var edebiyat dünyasında. Bunların başında Tolstoy gelir. "Bir insan hayvanların etini yemeden sağlıklı bir şekilde yaşayabilir. Buna rağmen hayvanları öldürüp etlerini yiyorsa demek ki etik olmayan bir iş yapmakta" demişti. Eyüp'ün buna cevabı: "Tolstoy, Adanalı değildi." "Ama bak Einstein da söyledi aynı şeyleri. Bütün insanlık vejetaryen beslenme biçimine geçse, insanların karakterleri yumuşar ve hepimiz için daha hayırlı olur, demişti." Eyüp'ün buna cevabı: "Bunu diyen adam, Hitler atom bombası üretiyor korkusuyla Amerikalılar da atom bombası yapsın demeye getirdi, sonra pişman olsa da. Vejetaryenlerin barışçıllığını abartmayınız." "George Bernard Shaw'u düşün o zaman. Hayvanlar benim arkadaşlarım, ben arkadaşlarımı yemem, dedi. Haksız mı?" Eyüp'ün buna cevabı: "Valla inekler, koyunlar arkadaşım filan değil." "Gandi de karşıydı et yemeye" diyorum son bir gayretle. Eyüp'ün buna cevabı: "O yüzden bir deri bir kemik gitti." "Leonardo da Vinci, Kafka, Dalai Lama... Hiçbiri tasvip etmediler et yemeyi. Ve..." Ben daha sözümü bitirmeden Taş Devri'nde Fred Çakmaktaş'ın yediği kallavi etlere benzeyen bir nesne geliyor masaya, önüme konuyor. Garsonun, Eyüp'ün ve nasıl olduysa durumdan haberdar edilmiş restoran müdürünün meraklı bakışları altında, zorla alıyorum bir lokma. Ben çiğnedikçe onlar memnun gülümsüyor. Etoburlar, aralarına yeni bir fert kazandı. Bense otoburluktan fire verdim, bunca sene sonra, üzgünüm. /haberturk.com/
|